Fil Vakası ya da Fil Olayı (Vakayı Fil), Hz. Muhammed’in (SAV) doğumundan 52 gün önce Kâbe’yi yıkmak amacıyla Mekke üzerine filleriyle birlikte yürüyen Ebrehe ve ordusunun Allah tarafından gönderilen ebabil kuşları vasıtasıyla bozguna uğratılmasını anlatan olayın adıdır.
Habeşistan’ın Yemen valisi Ebrehe Kabe’yi yıkmak için Mekke’ye geldiğinde Peygamber Efendimizin dedesi Abdulmuttalip ile aralarında ilginç bir konuşma gerçekleşir.
Kur’an’da haber verilen Fil Vak’ası (M. 571) Mekke’nin manevî ve ticarî bir merkez halinde olması, Kâbe sebebiyle her taraftan insanların oraya akın ederek saygı göstermeleri, zaman zaman bazı hükümdarların dikkatlerini çekiyor, bunu önlemek için düşmanca fikirlere itiyordu. Habeşistan Devletinin Yemen Valisi olan Ebrehe de, insanları Kâbe ziyaretinden vazgeçirmek, Mekke’nin ağırlığını ortadan kaldırmak için San’a şehrinde Aklis veya Kulleys adında büyük bir kilise yaptırdı. insanların Kabe’yi bırakıp buraya gelmelerini sağlamak istedi. Ancak başaramadı. Üstelik Arapların bu kiliseye hakaret ettiklerini görünce, Mekke’ye yürüyüp Kâbe’yi yıkmak çılgınlığına düştü.
Ebrehe, hazırladığı büyük bir ordu ile Mekke üzerine yürüdü. O zamanın âdetince uğur sayılan ve bugünün tanklarının yerini tutan büyük Mahmudî Fil’ini de ordusunun önüne kattı. Bu sebeple hâdise, tarihte Fil Vak’ası adıyla anılmıştır. Kabileler halinde dağınık yaşayan Araplar, yer yer Ebrehe’nin ordusuna karşı koymaya çalıştılarsa da, onu önleyemediler. Ebrehe’nin keşif için ileriye gönderdiği askerleri de, Mekke’lilerin nesini buldularsa, yağmalayıp getirdiler.
Mekkelilerden bir sulh hey’eti, Ebrehe’ye gittiler ve mallarının geri verilmesini istediler. Hey’etin başında, o zaman Mekke şehrini idare eden Kureyş kabilesi reisi, Peygamberimiz Aleyhisselâmın dedesi Abdülmuttalip bulunuyordu. Yağmalanan mallar arasında, onun da 100 devesi vardı ve Abdulmuttalip develerini istiyordu. Ebrehe, onların bu isteğine şaşırdı:
“Ben, Kabe’yi yıkmak için geliyor ve bundan vazgeçmem için rica etmenizi bekliyorken, siz develerinizin derdine düşüyorsunuz?!” dedi. Böylece onları aşağı düşürmek istedi. Fakat Abdülmuttalip:
-“Ben, develerin sahibiyim ve onları istiyorum. Kabe’nin ise asıl sahibi var. O’nu O Yüce sahibi korur!” diye cevap verdi.
Şimdi birileri çıkmış “Mescidi Nebevi bizim için neyse Kudüs O’dur. Kâbe ne ise Kudüs O’dur. Bizim için kutsaldır” diyor. Ayetlerle müjdelenen, Miraç ile mübareklenen ve Hadis ile sahip çıkılması gerektiği vurgulanan Mescidi Aksa yıllardır zulüm altında… İsrail bugün ordaki müslümanlara saldırmaya başlamadı. Bunu yıllardır yapıyor. Mescidi Aksa’nın altını kazıyarak Süleyman Mabedine ulaşmaya çalışıyor, Mescidi Aksa’ya müslümanların girmesine izin vermiyor. Kirli postallarıyla mescide girip yakıp yıkıp yağmalıyorlar. Her sene Ramazan ayında biraz daha şiddeti arttırıyorlar. Ama zulüm hiçbir zaman durmadı. Müslümanlar orada namaz kılmak için gittiklerinde üzerlerine lağım suları dahil olmak üzere her türlü şiddete maruz kalıyorlar. Cuma günleri belli yaş grubunun sınırlı bir şekilde alındığı Mescidi Aksa’da müslümanlar doğru dürüst ibadet bile yapamıyorlar.
Bizim ilk kıblemizdir Beyti’l Makdis;
Berâ bin Âzib radıyallahu anh şöyle demiştir: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte on altı veya on yedi ay kadar Beyti’l Makdis’e doğru namaz kıldık. Sonra Kâbe’ye döndürüldük.” (Müslim, 525)
Herkesin gitmesi ve yardım etmesi gereken bir yerdir Beyti’l Makdis;
Peygamber’in sallallahu aleyhi ve sellem azatlısı Meymune radıyallahu anha: “Ya Rasulallah! Beyt-i Makdis’e gidip gitmeme hakkında bize ne buyurursunuz?’’ dedi. Allah Rasulü: ‘’Gidin ve orada namaz kılın!’’ diye cevap verir. Fakat o zaman orada (Bizans ile Persler arasında) savaş vardı ve bunu dikkate alan Peygamber aleyhissalatu vesselam efendilerimiz şöyle buyurdu: ‘’Şayet oraya gidemez ve orada namaz kılmazsanız, oranın kandillerini aydınlatacak yağ gönderin!’’ buyurdu.’’
(Ebu Davud, Salat, 14)
Öyle bir topluluk ki zafere ulaşacakları Hadis ile müjdelenmiştir;
Ebu Ümâme radıyallahu anh Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Ümmetimden bir topluluk daima hak üzere olacak ve düşmanlarına kesin bir şekilde üstün gelecektir. Allah’ın emri gelinceye dek şiddetli geçim sıkıntısına düşmeleri durumu hariç muhalefet edenlerin muhalefeti onlara zarar vermeyecektir.” “Ya Rasûlallah! Onlar nerededirler?” dediler. O sallallahu aleyhi ve sellem, “Onlar, Beyti’l Makdis’te ve Beyti’l Makdis’in etrafındadırlar” buyurdu.
(Ahmed bin Hanbel, Müsned, 36/657, no: 22320)
Hal böyle iken Kâbe’nin sahibi var. O’nu muhakkak o koruyacaktır. Bizim, müjdelenen Beyti’l Makdis’in etrafındaki gruptan olmamız veya gücümüz yetmiyorsa oranın kandillerini aydınlatacak yağı gönderen kişiler olmamız gerekmez mi? Kalın sağlıcakla…