İstanbul Medeniyet Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Berdal Aral, Aksa Tufanı Operasyonu’nun uluslarası hukuk açısından meşru olduğunu, direnişçilerin siyonistlerce her gün insanlık suçu işlenen topraklarındaki işgale karşı operasyon başlattığını belirtti.
İstanbul Medeniyet Üniversitesi Uluslarası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Berdal Aral, 4 gündür devam eden “Aksa Tufanı” ile ilgili İLKHA muhabirine önemli değerlendirmelerde bulundu.
“İşgal altında olan toprakların uluslarası hukuk bağlamında asıl sahiplerine verilmesi gerekir”
Aksa Tufanı Operasyonu hakkında konuşan Aral, “Uluslararası hukuk bağlamında Filistinli grupların ki HAMAS ve İslami Cihat ön planda; İsraile yönelik bu operasyon uluslarası hukuk açısından gayet yasaldır, meşrudur. Niye bunu söylüyoruz? Zaten Gazze toprakları işgal altında. İşgal altında olan toprakların uluslarası hukuk bağlamında asıl sahiplerine verilmesi gerekir. Dolayısıyla burada yapılan operasyon sonuçta bir işgale karşı yapılan bir operasyondur.” değerlendirmelerinde bulundu.
“Büyük bir baskı altında olan ve işgal altında olan bir halk, kendi silahlı birimleri aracılığıyla duruma tepkisini göstermiştir, bunun uluslararası hukuka aykırı olduğunu söylemek mümkün değildir”
Prof. Dr. Berdal Aral
Gazze’nin tıpkı Batı Şeria, Doğu Kudüs gibi silahlı saldırıya uğramış, işgal edilmiş Filistin’e ait olan bir toprak parçası olduğunun altını çizen Aral, “İşgal altında olan Gazze aynı zamanda bir insanlık ve savaş suçuna mağruz kalmış bir toprak parçasıdır. 2007’den beri orada ölümcül bir abluka var ve orası açık hava hapishanesine dönüştürülmüş durumda. Orada yaşamak bir zulüm haline gelmiş. Herkesin işkence gördüğü bir toprak parçası olarak düşünebiliriz. Hiçbir hareket imkanı olmayan, ülkeyi terk edemeyen, dışarıdan istediği şeyi getiremeyen; denizden, karadan ve havadan israil uçakları ya da gemilerinin denetimi altında olan bir topraktan bahsediyoruz. Buradaki zulüm bitmiyor. 2007’den beri ölümcül bir ambargo var Gazze’de. Bundan da öte israil zaman zaman hem Batı Şeria’da hem Doğu Kudüs’te çok vahim insanlık suçları işliyor. Bunun yanı sıra Mescid-i Aksa’ya girişlere kısıtlamalar getiriyor; zaman zaman israilli yetkililer oraya giriyorlar, basıyorlar, saygısızlık ediyorlar. Ayrıca Batı Şeria’da çok sayıda insanı öldürüyorlar; ev baskınları var, insanları kaçırıyorlar, topraklara el koyuyorlar. Bütün bunlara baktığınız zaman ortada her anlamda uluslarası suç teşkil eden fiiller görmek mümkün. Gazze’de hem işgal altında olan bir toprak parçası var hem de aynı zamanda insanlığa aykırı savaş suçların işlendiği bir toprak parçası var. Buraya işgal altında olan bir toprak olarak baktığımız zaman, Cenevre Savaş Hukuku Sözleşmesi çervesinde baktığımız zaman burada yasak olan bir sürü fiiller zaten işleniyor. Toplu olarak Filistin halkı cezalandırılıyor. Orada dolaşım özgürlüğü yok, ekonomik faaliyette bulunmak çok zor, ülkeyi terk edemiyorsunuz, zaman zaman israil oraya silahlı saldırıda bulunuyor ve insanları katlederek masumları öldürüyor, evleri yıkıyor. Dolayısıyla mutlaka uluslarası toplumun el koyması gereken çok büyük bir krizdir. Büyük bir baskı altında olan ve işgal altında olan bir halk kendi silahlı birimleri aracılığıyla duruma tepkisini göstermiştir, bunun uluslararası hukuka aykırı olduğunu söylemek mümkün değildir.” dedi.
“Hangi Müslüman direnişçi bir batılı ya da başka bir devletin işgaline maruz kaldığı zaman direnirse kaçınılmaz olarak ‘terörist’ olarak görülüyor”
İşgalcilere karşı direnen direnişçilerin terörist olarak lanse edilmesine tepki gösteren Aral, “Dünyada hakim olan aktörler şu anda hala batılı hakim güçlerdir, bunu söylemek lazım. Avrupası, Amerikası ve bunun yanı sıra günümüzde Hindistan da direkt bu koroya katılmış durumda yani Müslüman direnişçileri terörist olarak görme eğilimi onlarda da ortaya çıkmış durumdadır. Bu hakim güçlere göre batılıların işgaline karşı herhangi bir grup silahlı mücadeleye başlarsa bunlar mutlaka terörist olmak zorundadır. Aynı şeyi Irak’ta da gördük, 2003’te Amerika Irak’ı işgal ettiği zaman oradaki direnişçilere ‘terörist’ dedi. Aynı şekilde Afganistan işgalinden sonra 2001’de oradaki direnen gruplara ‘terörist’ dediler. Hangi Müslüman direnişçi bir batılı ya da başka bir devletin işgaline maruz kaldığı zaman kaçınılmaz olarak ‘terörist’ olarak görülüyor. 11 Eylül sonrasında çok daha artmıştır bu durum ve teröre karşı savaş dedikleri bir şeyi başlatmışlardır. Aslında tüm İslam dünyası bir bakıma hedef haline getirilmiştir.” şeklinde konuştu.
“İslam dünyasının kendi içinde bütünleşmesi gerekiyor”
Aral, “İslam dünyasında aslında batılı hakim tahakkümcü güçlere karşı diren herhangi bir grup bir zaman sonra bırakın silahlı örgüt kurmayı, eğer güçlük bir varlık alanı oluşturmaya başlamışsa direkt şöyle bir algı ortaya koymaya çalışıyorlar; ‘bunlar teröre destek veren gruplar’ diyorlar. Bugün mesela Müslüman Kardeşler ki Arap dünyasında çok önemli bir harekettir; İhvan-ı Müslimin şu anda pek çok batılı hakim güçlerce bir tür terörist destekçisi olarak görülüyor hatta bazen terörist olarak görülüyor. Dolayısıyla dünya düzeni böyle bir düzen, bu dünya düzeninin Filistin halkının özgürlüğünü, toprak bütünlüğünü, bağımsızlığını savunacağını düşünmek bence boş bir hayalden ibarettir. Yapılması gereken mutlaka İslam dünyasının kendi içinde bütünleşmesi gerekiyor. Bizim kendi kavramlarımızı üretmemiz lazım. Kendi söylemlerimizi üretmemiz lazım. Kendi kurumlarımızı güçlendirmemiz gerekiyor. Bu gerçeği görmemiz gerekiyor. Asıl burada terörist olan israilin kendisidir. İsrail devlet terörü uygulayan bir siyasi yapıdır. İsrail için masum, sivil, asker ayrımı kesinlikle yapılmaz. İsrail kendisine direnen her güce karşı askeri güç kullanma hakkını kendisinde görür. Uluslararası hukuk, ahlak, adalet zaten yoktur.” ifadelerini kullandı. (İLKHA)