Mısırlı araştırmacı yazar Dr. Tarık Zümer, İran’ın işgal rejimine yönelik misillemesini konu alan makalesinde, “Tüm Arap liderler her biri Irak, Lübnan, Gazze ve İran tarafından fırlatılan o sıradan roketlerden sadece on tanesini ateşleseydi, siyonistler bu yıl bitmeden geldikleri ülkelere geri dönerlerdi!” değerlendirmesinde bulundu.
Mısırlı yazar Dr. Zümer, işgalci siyonist rejimin Şam’daki saldırılarına karşılık füze ve İHA’larla bir misilleme yapan İran’a yönelik eleştiriler hakkında bir makale kaleme aldı.
Zümer’in yazısı şöyle:
“Mısır hapishanelerindeki uzun yolculuğum sırasında, 1991 yazında El Fetih hareketine mensup olan ve 1987’de patlak veren ilk Filistin İntifadasına destek verdiği için Mısır’da gözaltına alınan genç bir Filistinli ile tanıştım. Yüz ifadesini ve Saddam Hüseyin’in israile attığı 39 Scud füzesinden nasıl gurur duyduğunu, onları övdüğünü ve hatta onları ‘Tel Aviv’in bekaretini bozmak’ olarak tanımladığını asla unutmayacağım.
Her ne kadar Saddam’ın şahsından, yönetim modelinden ya da Kuveyt’i işgalinden duyduğu memnuniyetsizliği gizlememiş olsa da o dönemde Filistinliler tarafından söylenen sloganı unutmamalıyız: ‘Ey Saddam, ey Habib, Tel Aviv’i vur!’ Bu slogan 2021’deki Kudüs Kılıcı savaşında ‘Ebu Halid, ey Habib, Tel Aviv’i vur ve yok e!’ haline dönüşmüştü. Ebu Halid, 130 Kassam roketinin Tel Aviv’e fırlatılmasına öncülük eden Muhammed Ed-Dayf’tı.
Sembolik füzeler
Bu bağlamda, Hizbullah’ın 2006 yılında israile attığı 3 bin 900 roketten bahsetmeliyiz. Ayrıca, yakın zamanda Şam’daki İran konsolosluğunun hedef alınmasına yanıt olarak gelen ve tüm Siyonist varlığa atılan İran füzelerini (36 seyir füzesi ve 110 karadan karaya füze), bazı stratejik hedefler içermelerine rağmen aslında savaştan çok sembolik olarak anlayabiliriz.
Bu roketler, fırlatma üsleri ve platformlarına göre (Irak, Gazze, İran ve Lübnan’ın 2006 roketleri), israili yok etmeyi veya Filistin’i özgürleştirmeyi amaçlamıyordu; Bu, ümmetimizin, özellikle de çevre ülkelerin koşullarında önemli değişikliklerden önce gelen ve uluslararası arenada dramatik değişiklikleri içeren büyük bir kurtuluş hareketinin genel bağlamı içinde düşünülmeli.
Nesillerin bilincinde canlı tutulması gereken siyonist varlık, Ümmetin sırtındaki uluslararası sistemin hançerini temsil ediyor ve varlığını bir ceset olarak bırakmayı reddettiği için bölgenin tüm bileşenlerinin ona karşı durması gerekmektedir.
Roketler siyonist varlığa büyük maddi kayıplar verdirmedi, ancak ortak düşmanı vurguladı ve Hac menasikleri içinde bulunan ‘şeytanı taşlama’ hikmetine benzer şekilde onunla başa çıkmak için tek bir yol tanımladı ve yine de sembolizmlerine rağmen israil güvenlik teorisini derinden vurdu ve işgal ordusunun ‘perdelerini’ parçaladı. Bölgemizde zorla şeytanî yerleştirmeyi reddeden Arap ve İslami bir ortamda, her yerden ve her an saldırıya uğramayı bekleyen Siyonist işgalcinin sahip olduğu korkunun boyutunu ortaya çıkardı.
Tehdit ve Tükeniş
Ayrıca, kısa bir süre önce büyüdüğünü ve hatta bölgeye liderlik etmeye hazırlandığını iddia eden ‘şımarık çocuğunu’ savunmak, bir füze savunma ağı kurmak için acele eden Batı üslerine, özellikle de (ABD, İngiliz, Fransız, Alman) ne kadar ihtiyaç duyduğunu ortaya koydu! Daha önce hiç olmadığı kadar kabul görmüştür ki bölgede en önemli ve en büyük ülkelerle normal ilişkiler başlatma sürecindedir.
Tüm bu mesafeleri kat eden ve tüm bu engellere maruz kalan birkaç roketi israilin imha etmesini bekleyen her kimse çok geridedir. Her kim de sadece İran ve siyonist varlığın lehine olan bir tiyatro izlediğimizi hayal ediyorsa son birkaç yıldır öldürülen İranlı liderlere baksın ki onların İsrail ile rol yaptığına inanmıyoruz.
Tüm Arap liderler harekete geçmeyi öğrenseydi ve her biri Irak, Lübnan, Gazze ve İran tarafından fırlatılan o sıradan roketlerden sadece on tanesini ateşleseydi, siyonistler bu yıl bitmeden geldikleri ülkelerine geri dönerlerdi!
Batı’yı, siyonist varlığın arkasında seferber ettikleri için roketlerin sadece Gazze’yi vurduğunu düşünenler, 7 Ekim’den bu yana Batı’nın siyonist varlığın arkasındaki eşi benzeri görülmemiş seferberliğini, bu varlığın canlandırılmasını ve bölgemizin kalbine yerleştirilmesini sağlayan tarihi seferberliği, hazırlığı ve stratejik çıkarlarıyla ne kadar bağlantılı olduğunu henüz görmediler.
Siyonist varlığın 16. yüzyıla dayanan dini-siyasi ittifakın (Siyonist-Hıristiyan) meşru çocuğu olduğu ve kendi stratejisini ifade etmekten çok Batı’nın bölgemizdeki stratejisini temsil ettiği yadsınamaz bir gerçektir.
israil’e ya da israile doğru atılan roketler, tüm girişimlerin üstesinden gelemediği ve halklarımızın başka bir yol görmediği gerçeğini ortaya çıkarmıştır. Bölgemizdeki herhangi bir siyasi ya da sosyal oluşumun meşruiyeti, ülkelerimizi tehdit eden, kaynaklarını tüketen ve halklarını aşağılayan ABD-Siyonist projesine meydan okuma derecesiyle bağlantılıdır ve ulusal ihanet kriterleri, yasadışı varlıkla başa çıkmanın, suçlarına göz yummanın ve onlarla suç ortaklığı yapmanın eşiğinde açıkça durmaktadır.
Batı İfşa Oldu
Bu çatışmanın halklarımızın bilincindeki ve bölgemizin geleceğine dair algılarındaki önemini ve özünü teyit eden önemli paradokslardan biri, Enver Sedat dönemindeki Mısır’ın Kamp David’e doğru ilerlediği ve çatışmanın liderinden Amerikan-Siyonist projesinin siyasi kuyruğuna dönüştüğü anda, İran devriminin Amerika ve israilin en önemli rejiminin (İran Şahı) kalelerini yıkması ve siyonist proje karşısında Arap ulusal güvenliğine yeni bir eklenti başlatmasıdır.
Sözde halka devletler de dahil olmak üzere israili çevreleyen Arap ülkeleri tamamen gaspçı varlığın lehine tasarlanmış olsa da uzaktaki ülkeler (Türkiye, İran, Pakistan, Cezayir, Afganistan) Ümmetin vicdanını ve bölgenin çıkarlarını ifade eden bir söylem şekillendiriyor.
Arapları zor durumda bırakmaya devam eden Latin Amerika ve Gazze’nin yanında durarak tüm insanlık için onurlu bir duruş sergileyen Güney Afrika’daki değişimlerden bahsetmiyorum bile.
Özellikle İran füzelerinin siyonist varlığa yönelik kapsamlı saldırısı olan ve Aksa Tufanı’nın sonuçları ve halen açık olan sonrasına ilişkin önemli gözlemlerden biri, Batı’nın israili savunan tutumunun ve onun için savaşmaya istekli olduğunun daha önce görülmemiş bir şekilde ortaya çıkmasıdır.
Bu, bölgemize yerleştirmeyi planladığı, herkesi terörize eden ve onları korunmak için Batı’nın güvenli kucağına düşmeye zorlayan bir terörist varlığın yetiştirilmesine dayanan stratejinin temellerini ortadan kaldırdı! Sonra bu varlık ile onu oluşturanlar arasındaki tüm duvarlar yıkıldı ve tek bir varlık haline geldiler! Amerika, İngiltere, Almanya ve Fransa’nın başını çektiği Batı, tüm bunları bir kenara bıraktı, dişlerini gösterdi ve ilk kez doğrudan savaşa girdi, ama sadece bölgedeki ana projesini tehdit eden ve kendisini garip bir konuma sokan gerçek bir tehlike hissettiği için.
İran’ın, siyonist varlığın Şam’daki konsolosluğuna yönelik saldırısına karşılık verme tehdidini, bölgedeki Siyonist projeye önemli mesajlar gönderen ve israilin rolü ve geleceği için yeni sınırlar çizen sembolik bir saldırı takip etti.
Ve bugün şunu söyleyebiliriz: Gazze yalnız değildir. israil, saldırganlığını reddeden bir mahallede ve varlığını reddeden bir çevrede kuşatılmaya devam edecektir. Kurtuluşa kadar işgalci varlığı hedef almak, tüm mezhepleri, tarikatları ve etnik kökenleriyle bölgenin hayali olmaya devam edecek. İşgalciyi hedef almak kurtuluşa kadar şiir ve makaleden taşa, mızrak ve sapandan mermiye, tüfek ve makineli tüfeğe, roket ve marşa evrilmeye devam edecektir. Çünkü bölgenin kaderi, yaşamı, rönesansı, ilerlemesi ve demokrasisi bu çatışmaya rehin edilmiş durumda.” (İLKHA)